NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
الْمُثَنَّى
حَدَّثَنَا
مُعَاذُ بْنُ
هِشَامٍ
قَالَ حَدَّثَنِي
أَبِي عَنْ
يَحْيَى بْنِ
أَبِي
كَثِيرٍ قَالَ
حَدَّثَنَا
أَبُو
سَلَمَةَ
بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ
عَنْ يَعِيشَ
بْنِ
طَخْفَةَ بْنِ
قَيْسٍ
الْغِفَارِيِّ
قَالَ كَانَ
أَبِي مِنْ
أَصْحَابِ
الصُّفَّةِ
فَقَالَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
انْطَلِقُوا
بِنَا إِلَى
بَيْتِ
عَائِشَةَ
رَضِيَ
اللَّهُ
عَنْهَا
فَانْطَلَقْنَا
فَقَالَ يَا
عَائِشَةُ
أَطْعِمِينَا
فَجَاءَتْ بِحَشِيشَةٍ
فَأَكَلْنَا
ثُمَّ قَالَ
يَا عَائِشَةُ
أَطْعِمِينَا
فَجَاءَتْ
بِحَيْسَةٍ
مِثْلِ
الْقَطَاةِ
فَأَكَلْنَا
ثُمَّ قَالَ
يَا عَائِشَةُ
اسْقِينَا
فَجَاءَتْ
بِعُسٍّ مِنْ
لَبَنٍ
فَشَرِبْنَا
ثُمَّ قَالَ
يَا
عَائِشَةُ اسْقِينَا
فَجَاءَتْ
بِقَدَحٍ
صَغِيرٍ فَشَرِبْنَا
ثُمَّ قَالَ
إِنْ
شِئْتُمْ
بِتُّمْ
وَإِنْ
شِئْتُمْ
انْطَلَقْتُمْ
إِلَى الْمَسْجِدِ
قَالَ
فَبَيْنَمَا
أَنَا مُضْطَجِعٌ
فِي الْمَسْجِدِ
مِنْ
السَّحَرِ
عَلَى
بَطْنِي
إِذَا رَجُلٌ
يُحَرِّكُنِي
بِرِجْلِهِ
فَقَالَ إِنَّ
هَذِهِ
ضِجْعَةٌ
يُبْغِضُهَا
اللَّهُ
قَالَ
فَنَظَرْتُ
فَإِذَا
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
Yaîş bin Tihfete bin
Kays el-Ğıfari'den demiştir ki:
Babam Suffe ashabından
idi. (Bir gün) Rasûlullah (s.a.v.); (bizim ev halkına): "Haydin bizimle
beraber Aişe'nin evine siz de gelin" dedi. Bunun üzerine (tuttuk, Hz.
Aişe'nin evine) gittik. (Hz. Nebi):
Ey Aişe bizi doyur,
dedi. (Hz. Aişe) de içine et ve hurma katılmış ince bulgurdan yapılmış bir
yemek getirdi (onu) yedik, sonra (tekrar):
Ey Aişe bizi doyur,
dedi. (Hz. Aişe) de hurma, kavut, keş ve yağ karışımı güvercin (eti) kadar (az)
bir yemek getirdi. Onu da-yedik sonra:
Ey Aişe bizi sula, dedi.
(Hz. Aişe) de bir bardak süt getirdi. (Onu) içtik. Sonra (tekrar):
Ey Aişe bizi sula, dedi.
Küçük bir bardak (dolusu süt daha) getirdi. (Onu da) içtik. Sonra:
İsterseniz (burada)
uyursunuz, isterseniz mescide gidersiniz, dedi. Ben (mescidde) ciğer (ağrısın)
dan dolayı yüzü koyun uzanmış yatarken, bir de baktım ki; bir adam ayağıyla
beni dürtüklüyor. (Bana):
"Bu yatış Allah'ın
öfkelendiği bir yatıştır" diyor. Baktım, bir de ne göreyim! Rasûlullah
(s.a.v.) imiş"
İzah:
Tirmizî edeb; İbn Mace,
mesâcid, edeb; Ahmed b. Hanbel, II. 287, 304, III, 430, IV, 426, 427.
Hz. Nebiin Medine'deki
mescidinin sofasında yatıp kalkan arkadaşlarına "Ehlu's-Suffa" da
denir. Suffe veya Sofa, meskenlerde bulunan eyvan demektir.
Evi barkı olmayan fakir
sahabeler.[Buhari, sala, mevakit, menakıb; Tirmizî, tefsir ] Medine camiisinin
bitişiğindeki kapalı bir sofada yatar kalkarlar, zamanlarını ilim ve ibadetle
geçirirlerdi.[Ebû Davud, buyu'; İbn Mace, tîcare] Ashabü's-Suffa çoğunlukla su
taşımak, odun kesmek gibi yollarla hayatlarını kazanırlardı. Bununla birlikte
Hz. Nebi ve onun tavsiyesi üzerine bazı sahabiler tarafından kendilerine
yiyecek gönderilir.[Müslim, İmare: Tirmizi. tefsir] dolayısıyla müslümanların müsafirleri
sayılırlardı.[Buhari, rikak; Tirmizî, kıyame] Bizzat Hz. Nebi ve başka
muallimler burada ders verirlerdi. Ashabü's-Suffa esas itibariyle Kur'ân tahsil
eder ve Arabistanın muhtelif bölgelerine İslamı tebliğ etmek ve öğretmek için
gönderirlerdi. Kısa zaman sonra tebliğ ve öğretim faaliyetleri için Suffa,
artık kifayet etmemeye başlamış ve Hz. Nebi Medine'nin çeşitli semtlerinde
mektepler açma mecburiyetini duymuştur.
Ashab-ı Suffa'nın
sayısı hakkında değişik rakamlar verilmektedir. Bazı rivayetlere göre doksanı
aşan bu sayı, diğer rivayetlerde daha yüksektir ve 400'e kadar çıkmaktadır. Bu
fakir sahabiler arasında 70 kişinin elbiselerinin son derece eskimiş ve
kifayetsiz olduğunu Ebu Hureyre'den öğreniyoruz.[Buhari, sala] Ashabü's-Suffa
hakkında Hz. Nebi'den nakledilen birçok hadis yanında, bizzat kendilerinin ve
muasırlarının da bir hayli hatıraları bize gelmiştir. Ashabü's-Suffa arasında
büyük hukukçular, Abdullah b. Mesûd, İbn Ömer, büyük hadisçi Ebu Hureyre,
Müezzin Habeşli Bilâl, bir papaz oğlu Hanzale, büyük zâhid Ebû Zer, Suheyb,
İranlı Sel-man, Irak fatihi Sa'd b. Ebi Vakkas, gibi çok ünlü kişiler mevcuddu.
Yine bunlar arasında Arabistan'ın uzak bölgelerinde yaşayan kabilelere mensup
kimselerden bahsedilmektedir. Siyer, İslam tarihi, tabakât kitapları ve
sahablerin hal tercümelerinden bahseden eserlerde ashab-ı suffaya geniş yer
verilmiştir. Onlar hakkına müstakil hal tercümesi kitapları da vardır.
Ashabü's-Suffa
tophıluğu, İslâmın Medine döneminde, özellikle siyasi, askeri, içtimaî,
iktisadi ve dini sebeplerle ortaya çıkmıştı. Müslüman oldukları için kavimleri
ve kabileleri arasına yaşama imkânını bulamayanlar, yurtlarını terk ederek
Medine'ye geliyor ve burada kendilerine tahsis edilen mescidin Sofasında
muhacir ve mülteci hayatı yaşıyorlardı. Geçimlerini temin eden bir iş bulanlar
veya memleketlerine dönme imkânına kavuşanlar, kısa veya uzun süre Suffada
kaldıktan sonra buradan ayrılırlardı. Bu arada yerlerine yenileri gelirdi.
Suffadaki sahabinin sayılarının zaman zaman artmasının veya eksilmesinin
sebebi budur.
Muhacir ve mülteci
olarak Medine'ye gelerek kısa veya uzun süre mesciddeki suffada kalanların en
açık ve ayırt edici özelliklerinin fakirlik ve yoksulluk olduğu tabidir. Ayrıca
işi, gücü bulunmayan bu şahısların ibadete ve dini bilgileri öğrenmeye diğer
sahabeden daha fazla zaman buldukları da muhakkaktır. Hz. Nebi, komşuları olan
bu zatlarla daha fazla sohbet etmiş, İslamın neşir ve tebliğinde kendilerinden
faydalanmıştır.
Ayrıca İslamı yeni
kabul etmiş kabilelerden Medine'ye gelen temsilcileri, Suffada müsâfir edilir,
İslam dinini ana hatlarıyla öğrenene kadar burada ikamet ederlerdi.
Ashabü's-Suffa, eğitim
ve İslamı yaymak ve duyurmak için özel suretle planlanmış ve yetiştirilmiş bir
cemaat değildi. Nitekim, bu topluluğa vücut veren amiller ortadan kalktıktan
sonra, bu topluluk da İslamı neşr ve tebliğ işi devam ettiği halde, ortadan
kalkmıştı.
Ashabü's Suffa'nm dinî
yaşayış itibariyle Öbür mü slü m ani ardan farklı ve onlara üstün hiçbir tarafı
yoktur. Hatta en büyük ve en faziletli sahabi-ler Ashabü's-Suffa'dan
değillerdi...
Çoğu muhacir ve mülteci
olduğu için fakir, işi, gücü olmadığı için de fazla ibâdete daha çok zaman
ayırabilen Ashabü's-Suffa bu iki özelliği sebebiyle mutasavvıflar tarafından örnek
alınmış ve kendilerinin asr-i saadetteki temsilcileri saymışlardır. Hatta
Sufî, mutasavvıf ve tasavvuf kelimelerinin bile bu kökten geldiği öne
sürülmüştür..
Mescidde Uyumanın
Hükmü:
Suffe ehli mescidde
yatar kalkarlardı. Onların orada yatıp kalkmaları mescidde uyumanın caizliğine
delâlet eder.
"Bizler genç iken
Rasûlullah (s.a.v.)'tn zamanında Mescidde uyurduk" [Tirmizî, sala; İbn
Mace, mesâcid; Ahmed b. Hanbel, II, 12.] meâlindeki İbn Ömer (r.a.) hadisi de
buna delâlet etmektedir.
İlim adamlarının bu
konudaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Said b. Müseyyeb ile
Hasan-i Basrî, Atâ, Muhammed b. Şirin ve Şafiîlere göre mescidde uyumak orada
namaz kılanların yerlerini daraltmamak ve onların şaşırmalarına sebebiyet
vermemek şartıyla, kerâhetsiz olarak caizdir. Aksi taktirde haramdır.
Delilleri ise "Bizler Rasûlullah (a.s) zamanında mescidde
uyurduk"[Tirmizî, sala; İbn Mâce, mesâcid] hadis-i şerifiyle "Hz.
Nebiin Hz. Ali'yi mescidde yatarken görüp de onu bundan nehyetmeyip "kalk ey
Ebu Türab (toprağın babası)" diyerek [Buhârî, sala; Müslim,
fedailüssahabe] iltifatta bulunduğunu ifade eden hadistir.
Şafiî ulemasından İmam
Nevevî de "Suffe ashabı ile sahabilerden bazılarının ve müslüman olmadan
önce Sümame b. Üsal'uı mescidde yatıp kalkmalarının bunun cevazına delalet
ettiğini ve imam Şafiî'nin de bu görüşte olduğunu söylemiştir:
Hanefi ulemasından
Bedrüddin Ayni'nin açıklamasına göre İbn el-Müseyyeb ile Süleyman b. Yesar'a
mescidde uyumanın hükmü sorulmuş da "Suffe ashabı mescidde uyuyorlardı.
Onlar meskenleri mescid olan bir cemaat idi. Durum böyleyken bunu bana niye
soruyorsunuz?" cevabını vermiş. Taberî de El-Hasan'ın: "Osman b.
Affan'ı başında nöbetçi falan olmadığı halde mescidde uyurken gördüm"
dediğini nakletmektedir.
İmam Malik'e göre evi
olan bir kimsenin mescidde gece veya gündüzün uyuması mekruhtur. Fakat yabancı
bir müsafirin uyumasında herhangi bir sakınca yoktur.
İbn Mesûd ile Tavus,
Mücâhid ve Evzaî de mescidde uyumayı mekruh görmüşlerdir. Nitekim 232 numaralı
hadisin şerhinde açıklamıştık. Ayrıca mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif,
yüzü koyun yere yatmanın Allah'ın hoşlanmadığı bir yatış olduğuna da açıkça
delâlet etmektedir.